2 Eylül 2018 Pazar

Nebo Dağı, Ölüdeniz, Madaba, Bethany

Ürdün'deki 2. günümüzde hostelimizin ayarladığı bu 4 yeri kapsayan turumuza sabah saat 8.30 gibi başladık. Bu tura sadece ulaşım için kişi başı 15 Jod ödedik ve ilk durağımız Nebo Dağı oldu. Yol biraz garipti açıkçası. Düz bir yoldan bir müddet gittik. Sonra 'nerede acaba bu dağ, hiç bir yerde gözükmüyor' falan diye konuşuyorduk ki bir baktık sağ tarafımız tamamen alçakta kalmış. Anladık ki Amman da tepedeymiş, düz bir yoldan giderken bir anda aşağıda uzanan geniş bir ova göründü. Aradığımız dağa çıkmadan gelmiştik:)
Burası Tanah'ta vadedilmiş toprakların Musa'ya gösterildiği yer olarak geçmektedir (Vikipedi).
Sanırım bu coğrafyanın insanı olduğumuz için bize etkileyici geldi.




Alanda bir kilise de mevcut. Bu Bizans kilisesi 1933 yılında keşfedilmiş. Bunun dışında 2000 yılında Papa bu dağı ziyaret etmiş ve kilisenin yanına barışın sembolü olarak bir zeytin ağacı dikmiş (Wikipedia).
Özellikle mozaikleri çok güzeldi. Tüm komplekse girişin bedeli 2 Jod.


Nebo Dağı'ndan sonra sırada Madaba vardı.
Kent, Kutsal Topraklar'ın bilinen en eski haritası olan Madaba mozaik haritası ile tanınır (Vikipedi).
Haritanın bulunduğu kiliseye girdiğimizde yer halı ile kaplıydı. Bu nedenle haritayı göremedik. Kilise de kalabalıktı sonra farkettik ki günlerden pazar olduğu için ayin vardı. Harita da kapatılmıştı. Biraz zaman geçince yetkili herkesi dışarı çıkarttı ve biraz sonra girebileceğimizi söyledi. Kapıdan bilet alabileceğimizi de belirtti. Biz de 1 Jod'a biletleri alıp biraz bekledik, 5 dakika sonra kapıyı açtılar. Harita gerçekten güzel ancak çok fazla da anladığımızı söyleyemeyeceğiz, o kadar eksper değiliz açıkçası, biraz değişik yani ama gene de madem meşhurmuş görmek lazım diyebiliriz, kilisenin içi de güzeldi. Bu arada kapıda bilet kontrolü yapan kız ara ara yerini terk ediyordu. Mesut girmeye niyetli değildi ve bilet almamıştı, sonra kızın kapıda olmadığını görünce hemen içeri girdi. Yani biraz takiple siz de ücretsiz girebilirsiniz:)
Madaba'da ayrıca Arkeoloji Müzesi, Apostles ve John Baptist kiliseleri de bulunuyor ama biz gitmedik.



Madaba çok zamanımızı almadı. Hemen yola çıktık ve istikamet Ölüdeniz nam-ı diğer Lut Gölü oldu. En çok merak ettiğimiz yerlerin başında geliyordu.
Yeryüzünün en alçak ve üçüncü en tuzlu gölü, göl seviyesi deniz seviyesinden 350 metre aşağıdadır (Vikipedi).
1 gün önceden hostel bizim adımıza rezervasyon yaptırdı ve plaja daha doğrusu tesise giriş ücreti olan kişi başı 10 Jod'u aldı. Hep aklımızda olan bir soru da neden her istenilen yerden bu göle girilemediği ve neden tek bir yerden para karşılığı girmek zorunda olduğumuzdu. Bizi gezdiren kişiye bunu sorduğumuzda İsrail ile problem olduğunu ancak belirli bölgeden göle girilebildiğini söyledi. Açıkçası bizim için yeterli bir cevaptı çünkü bölge zor bir coğrafyaydı ve bu tarz sorunların olması mümkündü. Ancak Ölüdeniz'e girdiğimizde şunu anladık ki İsrail ile böyle bir problem olmasa dahi mutlaka bir tesisin olduğu yerden bu göle girmeniz gerekiyor. Çünkü gölden çıktıktan sonra acilen temiz suya ihtiyacınız oluyor. Eğer bir duş falan bulmazsanız yanarsınız valla. Şunu anladık ki bu tesis temiz su verdiği için para alıyor.
İçeri girerken tur rehberimiz gölden çıktıktan sonra duş almanın yanında tesisin içinde bulunan havuza da girmemizi söyledi. Vücudunuzda tuz kalmadığına emin olun yoksa sıkıntı yaşarsınız dedi. Biz de ok dedik ama açıkçası içimizden amma abarttı ne kadar olabilir ki falan diye geçirdik tabii:)
Göle doğru ilerlediğimizde insanların çamur banyosu yaptıklarını gördük. Adamın biri satıyordu. Rehberimiz bize dedi ki sakın para verip çamur almayın, elinizi suya daldırın ve çamuru oradan alın. Biz de öyle yaptık, siz de öyle yapın. Fazlasıyla çamur geliyor elinize.
Ölüdeniz bizim hayatımızda yaşadığımız en güzel deneyimlerden biri oldu. Resmen bayıldık. Göle girdiğimizde ilk farkettiğimiz yüzmekte çok zorlandığımız oldu. Yani resimleri görmüştük ve milletin anlattıklarını da okumuştuk ama bu kadar zor yüzüleceğini tahmin etmemiştik. Suyun içinde hareket etmeye çalışıyorsunuz ancak su öyle kuvvetli bir karşı baskı yapıyor ki ancak suda sırt üstü yatar vaziyette takılabiliyorsunuz. Batmak mümkün değil, dediğimiz gibi el veya ayaklarınızı suyun içine sokmak ve hareket ettirmek bile çok zor. Yani hiç yüzülmez mi derseniz şunu söyleyebiliriz zamanla vücut suyun içinde daha rahat hareket etmeye başlıyor, yavaş yavaş yüzebiliyorsunuz ancak buradaki asıl sorun yüzerken gözünüze veya ağzınıza su kaçması. Yani yüzmek çok çok zor ama hadi diyelim yüzüyorsunuz yüzerken kesin yanıyorsunuz, yüzmek hiç mantıklı değil yani. Hem ağzımıza hem gözümüze bayağı bir su kaçırdık. Nasıldı derseniz mahvolduk diyebiliriz, çok fena bir acı. Ama suyun sizi bu şekilde taşıması, hareketinizi kısıtlaması muazzam bir şey. Doğanın ne kadar güçlü olduğunun başka bir kanıtı ve kafamızdaki tüm fizik alışkanlığını darmadağın eden bu tecrübeydi...
Gölde bayağı bir takıldıktan sonra çıktık ve hemen yakındaki duşta yıkandık. Temiz suyla yıkanma ihtiyacı da inanılmaz bir histi. Sonra hemen tesisteki havuzda takıldık, sonra tekrar duş aldık ve sonunda tamamen tuzdan arınmış bir şekilde yolumuza devam ettik.





Son durağımız Bethany oldu. Öncelikle rehberimiz bizi gişelerine bıraktı, girişi 12 Jod, Mesut yeter yahu Türkleri seviyorum diyorsunuz paraları alıyorsunuz deyince ondan para almadılar, biz ödemiş bulunduk:) Buradan yarım saatte bir kalkan otobüsler ile bir başka yere geldik, sonra da bir müddet yürüdük ve sonunda Hz. Yahya'nın Hz İsa'yı vaftiz ettiği yapıya geldik. Ancak burası ne yazık ki kurumuş. Artık su yok ama buradan yürümeye devam ettiğimizde bir dereye ulaştık. İşte burası gerçekten çok enteresandı. Derenin eni çok dar. Hemen 3 m karşısı İsrail. Hatta telefonlarımıza operatörümüzden 'İsrail'e hoşgeldiniz' mesajı bile aldık. Aslında bu kadar prosedürün olmasının sebebi de bu, sınır çizgisine gidiyorsunuz bir nevi. Hristiyanlar bu dereye gelip ibadet yapıyorlar. Bizim de orada olduğumuz sürede böyle bir grup vardı. Hepsi beyaz giyinmişti ve papaz hepsinin kafasını suya sokup çıkartıyordu, ilahiler söyleniyordu hep bir ağızdan, gerçekten değişik bir andı. Hatta bizim gruptan bir kız da dereye girdi ve bayağı yıkandı. Hatta zorla çıktı sudan diyebiliriz.
Böylece de turumuz tamamlandı ve rehberimiz bizi otelimize bıraktı. Akşam da kendimizi karmakarışık Amman sokaklarına attık. Naneli ve bol şekerli çay keyfi yaptık:)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder