24 Ekim 2013 Perşembe

New York

Ve Amerika'ya da adım atmış bulunuyoruz... Yaklaşık 3-4 ay öncesinden uçak biletlerimizi ve otelimizi ayarlayıp 2013 kurban bayramında New York gezisi yapalım dedik. İlk olarak uçak ve otel ücretlerinden bahsetmek istiyorum. Ucuz bilet bulmak gerçekten çok zor, tabii 1 sene gibi uzun bir zaman önce bilet alırsanız ücretler mutlaka daha uygun olacaktır, ancak biz birkaç ay önce planlarımızı yaptığımız için bir türlü uygun bilet bulamadık. Ancak yılmadık sürekli skyscanner'dan biletleri kontrol ettik. Neyse ki o kadar çabamız sonuç verdi ve çok uygun bilet bulabildik. Delta havayolları ile 'codeshare' yapan Aitalia ile Roma aktarmalı uçuşumuzu gerçekleştirdik. Seyahatimiz konforluydu, sorun yaşamadık. Otelimizin adı "Riverside Tower Hotel" di. Otel fena değildi, detayları "Nerelerde Kaldık" başlığı altında bulabilirsiniz.

Uçuş saatimiz sabah 5'deydi. Korkulu rüya olan Jetlag'ı yaşamamak için gece hiç uyumadık ve gece 3 gibi havaalanına gittik, yaptığımız bu plan işe yaradı ve uçakta güzel bir uyku çektik, New York'a varış saatimiz öğlen 2 civarlarındaydı ve biz kendimizi iyi hissediyorduk. Hatta o ilk gece saat 2'ye kadar sokaklarda gezdik. Ancak uyumazsanız gerçekten zorlayıcı olabilir. Bu arada Roma'da yaklaşık 2 saat kadar bir kaybımız oldu, ancak aktarma bilet ücretlerinde ciddi bir farklılık yaratıyor, o yüzden yapacağımız birşey yoktu maalesef.

Bu sefer elimizde National Geographic tarafından yayınlanan New York kitabımız vardı, çok faydalı bir kitap, tavsiye ederim.


New York deyince insanların aklına her zaman Manhattan geliyor, haksız sayılmazlar, ancak New Jersey, Brooklyn, Bronx ve Queens'i de unutmamak gerekiyor.
Bizim kitabımızda New York ve Brooklyn de anlatılıyordu, biz bunlara ek olarak New Jersey'i de gittik, aslında gittik demek yanlış olur, Hoboken'a uğrayıp karşıdan Manhattan'ı izledik diyebiliriz.
Manhattan konum olarak bölgelere ayrılmış, Lower Manhattan, hemen üstü Village bölgesi, midtown ve Upper Manhattan; bu ayrım nedeniyle Central Park'ın bir kısmı aşağıda bir kısmı da yukarıda kalıyor. Tabii bu kadarla bitmedi, daha üst bölge Harlem olarak geçiyor. Aşağıdan yukarıya ayrıştırma bu şekilde, bir de doğu ve batı olarak ayrım yapılmış, gene Central Park'ın yarısı Doğu'da yarısı da Batı'da yer alıyor. Biliyorum biraz karmaşık gibi gözüküyor ama aslında gezi sırasında işlerinizi kolaylaştırıyor, internetten bu ayrımı harita ile görebilirseniz çok daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.

Uçaktan indikten hemen sonra herhangi bir ücret ödemeden airtrain adlı tramvaya biniyorsunuz, bu metro sizi Jamaika istasyonuna götürüyor, biz bu istasyonda indik ve tekrar metroya binip şehir merkezine vardık, otelimiz west side'da yani batı kısmındaydı, tabii metro hatlarıyla biraz cebelleştikten sonra doğru metroya binip otelimize gittik. Biraz yürüdükten sonra otelimizi bulduk ve bavullarımızı bırakıp hemen dışarıya çıktık.

Sanmayın hemen kendimizi Times Square'a attık, ilk durağımız "Museum of Modern Art"oldu. Nedeni de uçaktan indiğimiz o gün ve saatlerde bu müzenin ücretsiz olmasıydı:)) Yazımın sonunda hangi müzenin hangi gün ücretsiz olduğunu yazdım. New York pahalı bir şehir, bu detaylara dikkat ederek ciddi bir tasarruf yapabilirsiniz. Müze çok büyük, eserleri çok beğendik, sanırım en çok beğendiğimiz modern müzelerden biri oldu. Ayrıca dinlenmek için arka bahçesine uğramanızı öneririm. Müzeye normal giriş bedeli kişi başı 25$.


Akşam saat 18:00 gibi müzeden çıktık, hemen kendimizi sokaklara attık, tabii ilk önce insanda şok etkisi yaratan devasal binaları görüyorsunuz. Gökyüzü gözükmüyor desem abartmış olmam sanırım. Sonradan öğrendik ki bütün bölgeler bu şekilde değilmiş, özellikle midtown ve wall street bölgesi bu binalarla çevrili, diğer bölgelerde ise nispeten daha normal binalar var.
Seyahatlerimizde genelde ilk gecemizi yollarda dolaşarak, sonraki günlerde görmemiz gereken yerlerin lokasyonunu anlamaya çalışarak geçiriyoruz. Böylece genel bir tur da yapmış oluyoruz. New York'da da bu geleneği bozmadık ve ilk gece ana mekanları şöyle bir gördük. Bu arada aklımızda gene ücretsiz bir yeri gezmek vardı; "Morgan Library and Museum". Burası da şehir kütüphanesinin yanında mutlak görülmesi gereken yerlerin başında geliyordu. Müze finansçı Pierpont Morgan'ın koleksiyonlarını barındırıyor. Mozart'ın bir senfonisinin imzalı el yazmasını da burada görebilirsiniz. Hem bina ve kütüphanesi hem de koleksiyonlar harikaydı. Buraya giriş normalde 15$.


Müzeden çıktıktan sonra yolumuz "Empire State"e uzandı. Hazır gelmişken çıkalım dedik ve kendimizi tepede bulduk. 86. kata çıktık, isterseniz ekstra ücret karşılığında 102. kata da çıkabilirsiniz. Biz buradan gece manzarasına tanık olduk, gündüz manzarası için de Rockefeller Center'ı çıkmayı planladık. Bizim şansımıza asansör için sıra beklemedik, bazı dönemlerde çok sıra oluyormuş. Binada kaç asansör var sayamadım. Neyse Empire State'den bahsetmek gerekirse, binanın manzarası harikaydı, tabii gece çıktığımız için tam bir ışık şöleni gördük, her yer ışıl ışıl, sanırım New York dünya enerjisinin büyük bir kısmını kullanıyor. Bazı kişiler ya Empire State'e ya da Rockefeller'a çıkın dediler. Ama biz her ikisine de çıktık, gündüz Rockefeller'a çıkmanızı öneririm, çünkü Central Park buradan çok güzel gözüküyor. Şu da bir gerçek ki bu şehre kesinlikle yukarıdan bakılmalı. Empire State'e çıkış kişi başı 27$.



Diğer durağımız "Grand Central Terminal". Hem dışı hem de içi çok görkemli, gece ayrı güzel gündüz ayrı, ancak küçük bir hayalkırıklığımız oldu, gündüz gittiğimizde görmeyi hayal ettiğimiz camdan süzülen güneş ışınlarının  yerde oluşturduğu şovu maalesef göremedik, New York kitabımızda bundan bahsediyordu, bir de siz deneyin, belki zamanlamamız yanlıştı.


Ve artık son durak "Times Square", görmeden günü bitirmek istemedik. Televizyonda sık sık gördüğümüz o meşhur meydan şimdi karşımızdaydı, kalabalık ve inanılmaz renkli bir yer. Gene kocaman binalar, ışıltılı billboardlar, tiyatro reklamları vs. insan nereye bakacağını şaşırıyor. Zaten yol yorgunluğu, uykusuzluk vs. nedeniyle hafiften ayaklarımız yerden kesilmişti, bir de bu ışıltılı meydan iyice kafamızı bulandırdı. Kısaca bahsetmek gerekirse, bu meydanda bir çok tiyatro mevcut, indirimli bilet satış mağazası da bu meydanda, insanların oturduğu merdivenlerin hemen altında, zaten kuyruktan anlayacaksınız. Toys"R"Us mağazası ve MM mağazaları çok meşhur, MM ve Toys"R"Us mağazaları bir şeyler aldıran cinstendi, gidip kendinizi kaptırmanızı öneririm. Onun dışında biz her ne kadar bulamasak da MTV'nin binası da bu meydanda. Yani anlayacağınız bu meydana merkez demek yanlış olmaz.


Uçaktan indiğimiz ilk günü gece 2'de tamamlamanın vermiş olduğu muhteşem enerjiyle 2. günümüzde kendimizi "Central Park"a attık. Park en çok merak ettiğimiz yerdi, neredeyse tüm filmlerde mutlaka bir bölüm bu parkta geçiyor. O yüzden çok tanıdık geldi. Böyle bir şehirde böyle muhteşem bir park, insan pek inanamıyor. Biz parkı bitiremedik maalesef, 2 gününüzü alır tahminimce, parkın içerisinde Belvedere Castle (yalnızca dışarıdan baktık, içeriye girmedik), Shakespeare Garden (Shekespeare'in Eserlerinde adı geçen çiçeklerin isimleri verilmiş), Loen Boathouse (kocaman bir göl, mutlaka görün), Strawberry Fields (John Lennon adına mumlar bırakıyorlar, bir nevi anıt yapılmış, John Lennon parka çok geliyormuş, kapısında öldürüldüğü bina da parka çok yakın), Conservatory Garden (parkın en kuzey kısmında yer alıyor, bayağı bir yürümüştük, çiçekler, heykeller vs.), Central Park Zoo (eminim çok güzeldir ancak biz gezemedik) ve meşhur The Mall, etrafı ağaçlarla çevrili harika bir yol, bir çok filmde de bu alan kullanılmış, yolun hemen sonunda çeşmenin bulunduğu kocaman bir meydan var, herkesin buluşma noktası, burası da The Mall gibi filmlerde çok kullanılan bir bölge.



Central Park'dan sonra tekrar kendimizi yollara attık. Sırada meşhur "Fifth Avenue" vardı. Müthiş kalabalık olan bu cadde tamamen mağazalar ve kocaman binalarla çevrili, inanın yukarı bakarken bir çok kez düşme tehlikesi yaşadık:) Bu meşhur caddede yürürken o koca binaların arasında bir kilise gördük. İşte gördüğümüz kilise meşhur "St. Patrick's Cathedral" idi. Bölgenin en ünlü kilisesi olarak kabul ediliyor. Kilisenin içi çok geniş, ancak maalesef bakımda olduğu için neredeyse kilisenin yarısı kapalıydı.


Kiliseden çıktıktan sonra çok yakında bulunan "Rockefeller Center"a gittik. Bu kompleks içinde kültür, ticaret ve eğlenceyi bir arada barındırıyor. Burası Amerikan petrol zengini J.D. Rockefeller tarafından yapılmış. Merkezin kapısı fifth avenue üzerinde ancak asıl manzara için çıkılan bina biraz daha ileride bulunuyor. Bu binanın ismi "General Electric Building". Burası aynı zamanda 30 Rock olarak anılıyor. Ayrıca binada Radio Corporation of America (RCA), PKO Pictures ve NBC televizyonu bulunuyor (National Geographic- New York). Ama en güzel yeri tabii ki de Top of the Rock. Süper bir manzara karşılıyor insanı, Central Park'ın ne kadar büyük olduğunu buradan bakınca çok daha iyi kavrıyorsunuz. Binanın önünde bir buz pateni sahası var, insanları izlemek çok keyifli, yılbaşında da kocaman bir yılbaşı ağacı bahçeye getiriliyor, artık bu bir gelenek olmuş, filmlerden hatırlayabilirsiniz. Bir de binada Radio City Music Hall var, biz gezmedik, ancak turlar düzenleniyor, burası Birleşik Devletlerin en büyük tiyatrosu (National Geographic- New York). Top of the Rock'a çıkış bedeli 2 kişi 54$.



Buradan sonraki durağımız "Solomon R. Guggenheim Museum" oldu. Zira Cumartesi günleri akşamüstü saatlerinde istediğiniz bedeli ödeyip girebiliyorsunuz. Gene tasarruf yapma zamanı:) İnanın böyle olmasına çok sevindik çünkü müzenin neredeyse yarısından fazlası kapalıydı, çok az eser görebildik. Ama itiraf etmek gerekirse müzenin binası süperdi. Resim çekmemize izin vermediler, ama gene de gizli gizli birkaç poz çekebildik.


Müzeden çıktıktan sonra arkadaşımızla buluşup güzel bir Japon yemeği yedik, sonra da bizi evine davet etti, evi bahsettiğim o kocaman binalardan birinde, evde biraz oturduktan sonra binanın roof-top kısmına çıktık ve gene harika bir manzara karşısında sohbet edip, geç bir vakit otelimize döndük.

3. günümüzde sabahın erken saatlerinde kalkıp yollara düştük. Otelimizden çıktıktan sonra west side kısmını biraz yürüyerek gezmek istedik. Biraz yürüdükten sonra "Lincoln Center" ı gördük. Bu kompleks Metropolitan Opera, New York City Ballet ve New York Philharmonic'i bünyesinde barındırıyor. (National Geographic- New York). Burada bir etkinliği izlemek eminim unutulmaz bir deneyimdir.


Yolumuza devam ettik ve aşağıya doğru yürüdük. Karşımıza "Columbus Circle" çıktı. Meydanda bir kalabalık farkettik, yanlış bilgi almadıysak İtalyanlar için özel bir günmüş, bu nedenle de böyle bir organizasyon düzenlemişler. Biz de görmüş olduk.


Bu meydanda ayrıca "Time Warner Center" bulunuyor, CNN'nin merkezi. Binada yemek, eğlence ve konaklama hizmetleri var. Yani okuduğumuz yazılarda adı geçiyor diye gittik, özellikle gidip görmeye gerek yok sanırım.


Bir sonraki durağımız "Madison Square Garden" oldu. Yalnızca dışarıdan bakmakla yetindik, içeriyi gezmedik. Daha sonra "Gramercy Park" a gitmeye karar verdik. Park büyük değil, ayrıca binalarla çevrili bir meydanda yer alıyor ve dikkat çekecek şekilde az kişi vardı, sonradan kapıların kilitli olduğunu fark edince özel mülkiyet olduğunu öğrendik. Arkadaşımızın anlattığına göre çevresindeki binalar o park için ekstra ücret ödüyorlarmış ve kendileri haricinde kimse alınmıyormuş, biraz garip geldi. Bu kadar yorulduktan sonra arkadaşımızla pazar brunch'ı yaptık ve gene yürümeye başladık. Bu sefer east river'dan yürüdük, çok keyifliydi, hava da güzeldi, güzel manzaralar eşliğinde "Carl Schurz Park"a gittik. Burası da şehrin meşhur parklarından biri olarak kabul ediliyor. Parktan çıktıktan sonra gene kendimizi yollara vurduk, artık akşam oluyordu ve birşeyler yemek için mola verdik. Yemekten sonra artık "Wall Street" i bir görelim istedik. Meşhur boğayı da gördük tabii, iyi ki gece gelip rahat rahat gezdik diye düşündük, çünkü gündüz uğradığımızda kalabalıktan boğa gözükmüyordu. 



Ertesi gün sıra artık gidip görmemiz gereken "Statue of Liberty"ye geldi. Sabah erkenden kalkıp yola çıktık. Özgürlük Heykeli Manhattan'a çok yakın bir adada bulunuyor. Amacımız ücretsiz vapurlar ile "Staten Island"a gidip dönmekti, okuduklarımıza göre vapur heykele yakın bir mesafeden geçiyordu, uzaktan görmek yeterli diye düşündük. İsterseniz heykelin bulunduğu adaya ve "Ellis Island"a gidebilirsiniz. Biz gitmediğimiz için detaylı bilgi veremiyorum. Ancak kısaca bahsetmek gerekirse Ellis Island Amerika'ya ilk gelen göçmenlerin giriş yaptığı yer. Bununla ilgili detaylı bilgilerin, fotoğrafların adada yer aldığını okumuştuk. Özgürlük Heykeli etkileyiciydi, sonuçta Amerika'nın simgesi olmuş bir yapı ancak Manhattan'da binalar o kadar uzun ki heykel maalesef yanlarında çok küçük kalmış.


Özgürlük Heykeli gezimizden sonra ferry'lere çok yakın olan "National Museum of the American Indian" müzesine gittik. Ancak 'shutdown' nedeniyle kapalıydı, o yüzden giremedik. Müzede Amerikan yerlilerinin kültürü anlatılıyor. İlginizi çekerse büyük ihtimalle hoşunuza gidecektir.
Yolumuza devam ettik ve "Battery Park"a geldik. Maalesef parkta ciddi bir inşaat vardı, eminim normal hali çok güzeldir ancak biz şahit olamadık. Onun yerine sahilde biraz yürüdük. Sonra da Wall Street'i gündüz gözüyle görmek istedik ve o yöne doğru ilerledik. Açıkçası sürekli telefonda konuşan takım elbiseli insanlarla dolu olacağını düşünüyordum ama hayal kırıklığına uğradım. Evet takım elbiseli bir çok çalışan görüyorsunuz ama ne bir koşturma ne de yoğun bir telefon trafiği var, hatta ağırlıklı olarak turistlerle dolu bir yer. Wall Street'de "Federal Hall National Memorial" yer alıyor. Buraya da shutdown nedeniyle giremedik.
Wall Street'den sonra East River kenarında yürüdük, Brooklyn köprüsünün altından geçtik, burası da birçok filme ev sahipliği yapmış bir bölge.


Biraz daha yürüdükten sonra çok merak ettiğimiz "ChinaTown"a doğru yürümeye başladık. Hemen hemen her Avrupa şehrinde bir Chinatown gördük ama genelde dar alanlara konuşlanmışlardı ve birçok kişiden asıl Çin Mahallesi'nin Amerika'da olduğunu duymuştuk. Doğru yoldan yürüdüğünüz zaman yavaş yavaş mahalleye yaklaştığınızı farkediyorsunuz. Mahalle derken 1-2 mahalle gibi düşünmeyin. Gerçekten şaşırtacak şekilde büyük bir alanı kaplamış. Tabii oradaki nüfusun %98'i çekik gözlü. Yani Amerika'da olduğunuzu bilmeseniz Çin'de olduğunuzu düşünebilirsiniz. Biz çok beğendik, çok canlı bir bölge ve aynı zamanda çok kalabalık. Evler lüks değil hatta orta halden bile biraz aşağıda olabilir. Ama kendilerine ait bir dünya kurmuşlar ve mutlu gözüküyorlar. Bu arada ürünlerin fiyatları merkeze göre çok daha uygun. Kitabımızda "Mott ve Pell Street"den bahsediyordu. Mott Street uzun ve diğer sokaklara nispeten çok daha hareketli bir sokak, bu sokağı kesen sokaklardan biri de Pell Street. Çekik gözlü güruhun ışıklı tabelalarla dolu baharat kokan sokaklarında yürüdük, ayrıca yemekler çok lezzetliydi



Çin Mahallesi'ni takip eden sokakta da "Little Italy" yer almakta. Çin Mahallesi'nden çok daha küçük bir bölge, bolca pizza ve makarna restauranı var. Biz de Çin yemeği yediğimiz için yalnızca dondurma keyfi yaptık, harikaydı.


Little Italy'den çıktıktan sonra "Union Square Park"a gittik. İlk dikkat çeken parkta kocaman bir kemerin olmasıydı. Ayrıca parkın ortasında bir de çeşme var. Park kalabalık, gençler oyun oynuyorlar, insanların çoğu sohbete dalmış, biz de boş bir yer bulduk ve oturduk, tam karşımızda ise değişik bir saat gördük. Sonra kitabımızdan öğrendiğimiz kadarıyla bu saat kinetik Metronome'imiş. Dijital bir saatmiş ve dikkat çeken yönü de sürekli bir bulut yayması. Ayrıca parkta belirli günlerde çiftçi pazarı kuruluyor. Biz gittiğimizde kurulmuştu, maalesef çok vakit geçiremedik ve yürümeye devam ettik.



Parktan sonra çok uzak olmayan "Flatiron Building"e gittik. Binayı mimarisi nedeniyle çok merak ediyorduk. Gerçekten inanılmaz ince bir bitişi var, güzel ve etkileyici. Şu an ofis binası olarak kullanılıyor.


İstikamet yakın mesafede bulunan "Madison Square Park". Çok güzel bir park, yorgunluk ve açlık nedeniyle parkta oturup güzelce karnımızı doyurduk. Bu parktaki en önemli yer ise "Shake Shack". Burası hamburger ve milkshake konusunda uzman.
Akşam olunca arkadaşımız geldi ve hep beraber jazz dinlemeye gittik. Jazz barlardan bir tanesi "Blue Note" ordan çıkıp "Terra Blues"da devam ettik. Çok çok güzeldi eğer siz de jazz ve blues seviyorsanız mutlaka gitmelisiniz.



Ertesi gün tekrar yola çıktık, bu sefer otelimize çok yakın olan "Riverside Park"a gittik. Diğer parklar gibi burası da çok güzeldi, daha sakindi, ama her gelişmiş ülkedeki gibi koşan ve spor yapan insanlarla doluydu. Parkta zaman geçirdikten sonra "American Museum of Natural History"e gittik. Müzeye her zaman istediğiniz ücreti ödeyerek girebilirsiniz. Diğer seyahatlerimizde bu tarz birçok müzeye gittik, o yüzden buna gidip gitmeme konusunda emin değildik. Ama merak daha ağır bastı. Gerçekten de çok güzel bir müzeydi, okyanus yaşamı, bitkiler, dünya, uzay vb. konuları kapsıyordu. Ekstra bir ücret ödeyerek simülasyona katılabilirsiniz. Simülasyonun konusu evrenin başlangıcı ve yıllık evrim.



Müzeden çıktıktan sonra "The Dakota" ya uğradık. Burası ünlülerin yaşadığı bina olarak bilinmekte. Ancak John Lennon'ın cinayetinin bu bina önünde işlenmesi nedeniyle binanın bilinirliği daha da artmış. Apartmanın hemen yanında, Central Park'ın girişinde sevenleri John Lennon'ı anmak için toplanıyor.



Günümüzü müzelere ayırmaya karar verdik ve sonraki hedefimiz "Metropolitan Museum of Art" oldu. Bu müze dünyaca üne sahip, o nedenle çok kalabalıktı, giriş için belirli bir ücret ödenmiyor, bağış olarak istediğiniz bedeli ödeyebilirsiniz. Müze gerçekten çok güzel, çok özel bin bir çeşit eseri barındırıyor. Müzeyi hakkıyla gezmek isterseniz bir kaç gününüzü ayırmalısınız. Olabildiğince hızlı gezmemize rağmen bitiremedik maalesef.



Tabii bu kadar büyük 2 müzeden sonra gün bitti, hava kararmıştı. Planımız bir müzikale girmekti. İlk müzikalimiz "Chicago" oldu. Tek kelimeyle nefisti. Giriş bedeli kişi başı ayakta 27$
Gösteriden sonra otobüse atladık ve "United Nations Headquarters"a gittik. Yani Birleşmiş Devletlerin yönetim binası, gösterişli bir bina değil, yani bilmeseniz normal bir ofis binası bile diyebilirsiniz. Bir de meşhur ülke bayraklarını kaldırmışlardı. Kısaca sıradan bir binayı görüp döndük. Ama soran olursa gördük mü gördük:)
Ertesi gün sıra "Harlem & The Heights" bölgesine gelmişti. Otelimizden metroya bindik çünkü yol uzaktı, belirli bir noktada indik ve yürümeye başladık. İlk durağımız "The Cathedral Church of St. John the Divine"dı, daha sonra "General Grant National Memorial"ı gördük. 18. başkan ve ulusun en ünlü sivil savaş generali olan Grant bu mozolede gömülüymüş, mozolede Grant'ın meşhur 'Let us have peace' sloganı kazılı (National Geographic- New York). Daha sonra asıl görmek istediğimiz "Columbia Üniversitesi"ne gittik. Çok güzel ve büyük bir üniversiteydi, çok zaman geçiremedik, önümüzde Harlem vardı.


Harlem bizim en çok merak ettiğimiz bölgelerin başında geliyordu. Bildiğiniz üzere Harlem siyahların yaşadığı bir bölge, Amerikan filmlerinde de bu bölgede çekilmiş birçok sahne kullanılıyor. Turist olarak da gezebileceğiniz yerler var ancak biz yalnızca "Apollo Theater"ı dışardan gördük. Bu tiyatro birçok meşhur sanatçının amatör olarak çıktıkları ilk yer olarak biliniyor. Halen amatör sanatçıların burada performanslarını sergilediklerini okuduk.
Harlem'de yalnızca sokaklarda gezdik diyebilirim, filmlerde gördüklerimizle gerçek arasında benzerlik ve farklılıkları tartıştık. Yer yer insanlar çok coşkulu ve ürpertici olabiliyorlar. Köşelerde arabanın etrafındaki 4-5 elemanın buralar bizim mekanlar bakışı attığını görebilirsiniz. Bölgenin eski tehlikesinin kalmadığını öğrendik. Bir de Harlem'deki evleri beğendik, eski oldukları çok belli ama merkezdeki gibi uzun binalar yok, yan yana 2-3 katlı 'Cosby' evleri var. Sokak grafitileri ile beraber evler, sokakları görsel olarak çok güzel yapıyor.


Harlem yürüyüşümüzün ardından tekrar aşağı bölgelere indik. "New York Public Library" bir sonraki durağımızdı. Açıkçası beklentimiz daha yüksekti, daha büyük olmasını hayal etmiştik ama gene de çok güzeldi. Kütüphanenin hemen yanında harika bir park olan "Bryant Park" var. Biz burayı çok beğendik. Arkadaşımız da bu parkı görmemizi önermişti, parkın bir bölümünde özel oyun masalarında istediğiniz oyunları oynayabiliyorsunuz (satranç, dama vb.). New York'daki parkların çoğunda yalnızca masalar ve sandalyeler var, yani bir yerlerden birşeyler alıp parktaki masalarda istediğiniz kadar vakit geçirebiliyorsunuz.



Güzel bir gün geçiriyorduk ama aklımızda bir şey daha vardı. O da "David Letterman Late Show"a girmekti. Çekim yapılan binanın Times Square'e yakın olduğunu biliyordum. Saati de akşamüstüne doğru olduğunu okumuştum. Binaya gittik, içeriye giriş için rezervasyon yapılabiliyor ama Amerika'dan adres ve telefon istiyor. Bu nedenle show'un çekileceği gün sabahtan gidip adınızı yazdırabiliyorsunuz ve kenarda ayakta bekliyorsunuz. Koltuklar dolmamış ise bu sıradan adamları içeriye sokuyorlar. Biz geç gitmiştik bu nedenle pek de umudumuz yoktu, yetkililer isimlerimizi aldılar ve dışarıda sıraya girmemizi istediler. İlk sıralarda olan seyircileri içeriye aldılar. Sonra bize beklememizi söylediler, herkes yerleştikten sonra boş yer kalırsa alacaklardı. Biz de beklemeye başladık, yetkili birkaç kere geldi ve her gelişinde 3-4 kişiyi içeriye aldı. Son 10-11 kişi kalmıştık, biz de ilk sıradaydık. Yetkili geldi ve yalnızca 5 kişilik yerleri olduğunu söyledi, yani en sonunda girebilmiştik. Show banttan yayınlanıyor, ancak çekim hiç durmuyor, en fazla video girdiğinde 1-2 dakika ara veriliyor ve makyaj tazeleniyor veya ortamla ilgili bazı düzeltmeler yapılıyor. Bu arada orkestra ve asistanlar show öncesi herkesi coşturuyor, bu durum video aralarında da devam ediyor. Orkestra çok kaliteli müzik yapıyor. Ayrıca David Latterman show öncesi sahneye geldi ve seyirciyle sohbet etti, hatta konuğumuza soru sormak isteyen var mı dedi, bir bayan sorusunu yöneltti, ve gerçekten çekimde konuğa soruyu sordu. Bu arada konuk Amerika'nın tanınmış politik yazar Bill O'Reilly'di. Çok güzel bir deneyim oldu, sürekli televizyonda izlediğimiz bir programa katılmış olduk. Ancak fotoğraf yasak olduğu için çekemedik sadece sırada beklerken çektiğimiz bir fotoğraf var.


Show'dan çıktığımızda tekrar Broadway show izleme planımız vardı, zamanımız da çok kalmamıştı, neyse ki "Matilda"ya bilet bulabildik. Maalesef bu müzikale tahmin ettiğimizden daha fazla ücret ödedik, henüz ayakta izleme biletleri satılmıyordu, biz de emin olamadık ve alalım gitsin dedik. Biraz pahalıya geldi ama oturarak konforlu bir şekilde gösteriyi izledik. Kişi başı 47$. Çocuk müzikali olmasına rağmen gerçekten çok güzeldi, sanırım bütün show'lar çok güzel, o yüzden özel bir talebiniz yoksa herhangi birine gönül rahatlığı ile girebilirsiniz. Matilda'dan sonra gene sokaklarda gezindik ve günü sonlandırdık.


Ertesi gün sıra "Meatpacking District"," The High Line", "Tribeca" ve "Greenwich Village" bölgesiydi. Bu bölgeler birbirlerine çok yakın yerler, Midtown ve Lower Manhattan'a göre daha sakin bölgeler, bana göre özellikle Greenwich Village yaşam alanı olarak daha elverişli bir bölge, zaten radikal ve bohem havası olan bir yer olarak tanımlanıyor. The High Line yerden 9 metre yüksekte, 2,3 kilometre uzunluğunda eskilerden kalma kullanılmayan bir demiryolu (National Geographic- New York). Bu demiryolunu harika bir botanik bahçesine çevirmişler. Beklediğimizden çok daha güzeldi, çiçekler o kadar güzel ki, raylar görülmese eskiden demiryolu olduğuna inanmak çok zor. Yol üzerinde çok konforlu banklar var yorulursanız keyfini çıkarmanızı tavsiye ederim.


The High Line'dan sonra sıra Meatpacking District'e geldi. Bu bölge eskiden et ticaretinin merkeziymiş, şimdi eser kalmamış, mağazaların, restaurantların, barların vs.olduğu bir bölgeye dönüşmüş. Bu bölgedeki meşhur yer "Chelsea Market", güzel bir yer, fazla da büyük değil, o yüzden fazla zamanınızı da almıyor.
Aslında bu bölgeler Greenwich Village olarak geçiyor. Bu bölgeden sonra başka bir hedefe doğru yol almaya başladık. Burası da bütün yönetim binalarının toplandığı "City Hall".


Herkesin yaptığı bir geleneği daha yapmadan olmaz diye düşündük ve "Brooklyn Köprüsü"nü yürüyerek geçtik. Çok da iyi yapmışız çünkü manzara güzeldi. İstanbul'dayken Brooklyn Miami basket maçına bilet almıştık, akşama kadar Brooklyn'i gezip, akşam maçı izleyip, harika manzara eşliğinde Manhattan'a geri dönecektik, planımız buydu ve tam da istediğimiz gibi oldu.



Artık Brooklyn'deydik, kitabımızda burada da görmemiz gereken yerler yazıyordu ancak biz sahil şeridini ve evlerini görmek istedik. "Brooklyn Heights Promenade" limandan Lower Manhattan'a kadar uzanan sahil şeridi. Manhattan manzarası çok güzel, buradan yürümenizi öneririm. Sahil yürüyüşünden sonra sıra evlere geldi, evler için sahilden biraz daha yukarıya doğru yürümek gerekiyor, evler çok iyi korunmuş, sokaklar huzurlu ve sakin. Buralar Spike Lee, Woody Allen gibi Newyork'u film seti olarak kullanan yönetmenlerin favori bölgeleri olduğundan ortam tanıdıktı.



Evleri de gördükten sonra sıra diğer yerlere geldi, hala yeterli zamanımız vardı, kitabımızın önerdiği istikamette yürümeye devam ettik, gördüğümüz diğer bina Brooklyn belediye binası olan "Borough Hall" oldu. Daha sonra "Brooklyn Museum"ı gördük. Vaktimiz olsaydı gezmek isterdik çünkü birçok yerde görülmesi gerektiği yazıyordu, maalesef gezemeden yolumuza devam ettik.




Daha sonraki durağımız "Prospect Park" oldu. Büyük bir park olduğu için biraz yürüyüp parktan çıkmayı planlıyorduk, ancak çıkmamız zaman aldı ama neyse ki başardık, hem de "Central Library"inin karşısına çıktık. Hemen önüne çıkınca da içeri girmemek olmazdı. 


Evet zamanımızı iyi ayarlamıştık, böylece bir çok yeri görmüş olduk. Bir yer hariç, orası da "Brooklyn Botanic Garden". Botanic Garden'ın meşhur olduğunu duymuştuk, yalnızca dışarıdan içeriyi biraz görebildik. 
Ve artık akşam olmuştu, stada yani Barclay's Center'a giden metroya bindik ve kendimizi maça attık. Söylenecek bir şey bulamıyorum, bu maçı izlemek hayallerimden bir tanesiydi ve sonunda gerçek olmuştu, hayranı olduğum basketçilerin hemen hemen hepsi oradaydı. Bilet kişi başı 47 $'dı ve yeride gayet iyiydi. Maçtan sonra harika bir gece manzarası eşliğinde, birazda ıssız bir şekilde köprüden yürüyerek Manhattan'a geri döndük.



Son günümüze geldik, ertesi gün akşamüstü dönüş uçağımız  kalkacaktı. Son tam günümüzde "New Jersey"e gitmeye karar verdik. Metro ile ulaşım gayet konforlu ve kısaydı. New Jersey'den Manhattan manzarasının harika olduğunu söylemişlerdi, amaçlarımızdan biri de buydu. New Jersey'de yalnızca sahil şeridinde dolaştık, Brooklyn gibi sessiz ve sakin bir yer ama sanırım Brooklyn'e nazaran daha fazla iş yeri var. 


New Jersey'de Hoboken'dan manzarayı izledikten sonra tekrar Manhattan'a döndük, 11 Eylül'de yaşanan saldırı sonucu yıkılan ikiz kulelerin bulunduğu yere yapılan anıtı görmek istiyorduk. O nedenle yönümüzü o tarafa çevirdik. Öncelikle yeni kulelenin bitmek üzere olduğunu söyleyebilirim, anıt da çok etkileyiciydi. Buraya girişte ücret almıyorlar, yalnızca yardım yapılabiliyor.


Günün sonunu arkadaşlarımıza ayırmıştık, güzel bir yemek, güzel bir pub ve güzel bir sohbet...
Ve son günümüz geldi çattı, almamız gereken bazı şeyler vardı o nedenle zamanımızın birazını 'Department Store' dedikleri 21 Century, T.J Max gibi makul indirimlerin olduğu mağazalarda alışverişe ayırdık, sonra da Fifth Avenue, Times Square, Rockefeller Center vs. hızlıca gezdik, Park Avenue'den devam ederken The Waldorf Astoria'yı, Fifth Avenue'dan geçerken The Plaza Hotel'i gördük. Bütün bu yerlerin filmler ile bilinçaltımıza nasıl kazıldığını, her köşenin bir şekilde 'burası şey değilmiydi' dedirttiği bir şehir yarattıklarını daha iyi anladık. Burası bir açık hava sinema stüdyosu ve asıl ihtişamını filmlerden alıyor.

Her zaman ücretsiz olan müzeler:



African Burial Ground Memorial Site
The Bronx Museum of the Arts
Federal Hall National Memorial
The Federal Reserve Bank
General Grant National Memorial
The Harbor Defense Museum
Hamilton Grange (birthplace of Alexander Hamilton)
The Hispanic Society of America
Irish Hunger Memorial
Leslie–Lohman Museum of Gay and Lesbian Art
Museum of American Illustration
Museum of Biblical Art
The Museum at the Fashion Institute of Technology
National Museum of the American Indian
The New York Public Library Stephen A. Schwarzman Building
New York Transit Museum Annex & Store, Grand Central Terminal
Queens County Farm Museum
Scandinavia House: The Nordic Center in America
Snug Harbor Cultural Center & Botanical Garden (grounds and botanical garden only)
Socrates Sculpture Park
Soldiers and Sailors Monument
Theodore Roosevelt Birthplace

Met, Natural History gibi federal destekli müzelerde kocaman yazan fiyatın yanında küçücük 'Recommended Donation Price' yazar ki buda biz Türklere bedava demek gibi bir şeydir:)

Belirli günlerde ücretsiz olan müzeler:

Pazartesi
Museum at Eldridge Street (tours, 10am to noon)

Salı
Morgan Library and Museum (The McKim Rooms only)
Wave Hill (free all day, November through April and July and August; 9am to noon in May, June, September and October)

Çarşamba

Bronx Zoo
Pay what you will for grounds access. Does not include admission to special exhibitions like Butterfly Garden, Congo Gorilla Forest and JungleWorld.
Museum of Jewish Heritage (4 to 8pm)
New York Botanical Garden
Free grounds access all day. Does not include access to the Enid A. Haupt Conservatory, special exhibitions (such as The Orchid Show), Everett Children’s Adventure Garden, Rock and Native Plant Gardens (April–October) or Tram Tour.
Staten Island Zoo (after 2pm)
Queens Botanical Garden (3 to 6pm through October 31)

Perşembe
Museum of Arts and Design (pay what you will, 6 to 9pm)
New Museum (7 to 9pm)
Museum of Chinese in America

Cuma
Museum of Modern Art (4 to 8pm) 
-1
Whitney Museum of American Art (pay what you will, 6 to 9pm)
-2
Morgan Library and Museum (7 to 9pm)
-7
The New-York Historical Society (pay what you will, 6 to 8pm)
New York Aquarium (pay what you will, after 3pm)
International Center of Photography (pay what you will, after 5pm)
Museum of the Moving Image (4 to 8pm)
Japan Society (6 to 9pm)
New York Hall of Science (2 to 5pm, September through June)
-6
Rubin Museum of Art (6 to 10pm)
Asia Society (September through June, 6 to 9pm)
Historic Richmond Town (1 to 5pm)

Ayın ilk Cuması
Neue Galerie (6 to 8pm)
Children’s Museum of Manhattan (5 to 8pm)
The Noguchi Museum (pay what you will, 10am to 5pm)

Cumartesi 
The Brooklyn Botanic Garden (10am to noon)
New York Botanical Garden (free grounds pass, 10 to 11am)
Solomon R. Guggenheim Museum (pay what you will, 5:45 to 7:45pm)
-4
The Jewish Museum
-3

Wave Hill (9am to noon)

Ayın ilk Cumartesisi 
Brooklyn Museum (admission and programs, 5 to 11pm)

Ayın 3. Cumartesisi 
El Museo del Barrio

Pazar
Frick Collection (pay what you will, 11am to 1pm)
-5
The Morgan Library and Museum (The McKim Rooms only, 4 to 6pm)
Museum of Biblical Art
New York Hall of Science (10 to 11am, September through June)
Queens Botanical Garden (4 to 6pm through October 31)
Studio Museum in Harlem (noon to 6pm)


New York Harita:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder